Dünya genelinde küreselleşme hareketleri ve teknolojik ilerlemelerin giderek yoğunlaşması, buna bağlı olarak artan rekabet baskısının daha çok hissedilmesine yol açmaktadır. Son yıllarda, ekonomik sınırların neredeyse ortadan kalkması sonucunda COVID-19 salgınının da etkisiyle mal ve hizmetlerin oluş süreleri kısalmış, iş ve iş organizasyonu yeniden yapılanmıştır. Bu da yöneticilerin işletmelerinin varlıklarını sürdürebilmek için yeni arayışlar içine girmelerini zorunlu kılmıştır. Artan rekabet ortamında müşteri memnuniyetinin üst düzeyde sağlanabilmesi için çalışan memnuniyetinin de oldukça önemli olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalan işverenler bu memnuniyeti artırma düşüncesi ile çalışma sürelerinin esnekleştirilmesi yolunu tercih etmişlerdir.
Esnekleşme, çağın getirdiği yeniliklere ve ilerleyen teknolojilere uyum sağlamanın zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkmış olup, çalışma sürelerinin esnekleşmesi ile iş, iş yeri ve mesai kavramları yeniden tanımlandığından mekânda ve zamanda kesin sınırların ortadan kalkması ile çalışan kişilere birtakım özgürlükler verilerek çalışan motivasyonunun büyük oranda artırılması hedeflenmiştir.
Esnek çalışma, çalışma süresinin normal çalışma süresine nazaran farklılaşması ile ortaya çıkmakta olup; iş yeri, işletme ve çalışanların ihtiyaç ve taleplerine göre uyarlanabilen, standart olmayan çalışma biçimini ifade etmektedir. Ülkemizde normal çalışma süresi, 4857 sayılı İş Kanunu’na göre, haftanın her gününe eşit biçimde dağılmış olarak haftalık 45 saattir. Bu çalışma süreleri günlük 11 saate kadar çıkarılmakla 6 iş günü temel alındığında haftada 66 saat olarak belirlenmektedir. Esnekleştirme sürecinde, işveren ve çalışan taraflar karşılıklı anlaşma yoluyla çalışma zamanını yer, süre ve dağılım bakımından tercihleri doğrultusunda yeniden düzenleyebilmektedirler.
Tüm dünyada kabul edilmiş belli başlı esnek çalışma modelleri mevcut olup, bu modelleri Kısmi Süreli (Part-Time) Çalışma, İş Paylaşımı, Kayan (Esnek) İş Süreleri (Flexitime), Çağrı Üzerine Çalışma, Evde Çalışma, Tele (Uzaktan) Çalışma, Ödünç İş İlişkisi, Yoğunlaştırılmış (Sıkılaştırılmış) İş Haftası Modeli, Emekliliğe Yumuşak Geçiş Modeli, Dağıtılmış İşgücü Modeli, Vardiya Modelleri ve bunlara ek olarak Mini Jobs (Mikro İşler), Fatura/Kupon Bazlı Çalışma, Serbest Çalışma ve Rotasyonlu Çalışma şeklinde sıralamak mümkündür.
Esnek çalışma modelleri her ne kadar şirketlerin işleyişi ve çalışan ihtiyaçlarının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmış olsa da çalışan ve işveren açısından pek çok olumsuz sonucu ve riski de beraberinde getirmektedir.
Esnek Çalışma Sisteminin Yarattığı Olumsuzluklar ve Riskler Nelerdir?
Esnek Çalışma Sistemi ülkemizde mevzuatsal olarak düzenlenmiş ancak özellikle COVİD-19 salgını sonrasında yaygın olarak uygulanmaya başlayan yeni bir kültürdür. Çalışanlar ve işverenler bu kültüre tam anlamıyla hazır olamadığından birçok dezavantaj ile karşı karşıya kalınmaktadır.
Öncelikle çalışanlar ve işverenlerin yeni düzene uyum sağlamakta birtakım zorluklar yaşadığı görülmektedir. Bu da çalışanların yaptıkları işe odaklanamamalarına, işverenlerin ise çalışma ekibi arasındaki koordinasyonu sağlamakta sorunlar yaşamalarına yol açmaktadır.
Yaygın bir kanı olarak; çalışanlar esnek çalışma modellerine uygun olarak çalıştıklarında işlerini iş yeri sınırları dışında daha az disiplin gerektiren ortamlarda yerine getirebiliyor olmaları nedeni ile pek çok dikkat dağıtıcı unsurlara maruz kalmakta, ev ile iş yaşamını birbirinden ayırmakta zorluk yaşamakta ve zaman yönetimini verimli bir şekilde yapamamaktadır. Bu da süreç içerisinde çalışanların motivasyon kaybı yaşamalarına ve yapılan işten uzaklaşmalarına sebep olmaktadır.
Hem çalışanlar hem de işverenler açısından yaşanan bir başka sorun ise iş ya da toplantı organizasyonu yapılması gereken durumlarda ya da iş ile ilgili herhangi bir sorun yaşandığında çalışanların kendi aralarında ya da işverenlerin çalışanlar ile iletişim kurmaları ve iş birliği yapabilmelerinde zorluk yaşanıyor olmasıdır. İşverenlerin çalışanlar üzerindeki hakimiyetinin azalması da zaman içerisinde güvensiz bir çalışma ortamının doğmasına sebep olmaktadır.
Çalışanların iş yeri disiplininden ve sosyal çevrelerinden uzak bir ortamda çalışmaları iş motivasyonunun ve verimin artmasından ziyade iş stresinin artmasına ve motivasyon kaybına yol açmaktadır. Zira yapılan araştırmalar, esnek çalışma sisteminde çalışanların, aidiyet eksiliği yaşadıklarını ve verimli çalıştıklarını kanıtlama çabasıyla hem daha fazla mesai yaptığı hem de suçluluk duygusuyla daha fazla stres yaşayarak depresyona girdiklerini ortaya koymuştur.
Çalışanların işe ve işverene olan bağlılıklarının azalması ve kariyer adımlarının belirsizleşmesi nedeniyle farklı arayışlara girmeleri, sık sık iş değişikliği yapmaları, eş zamanlı olarak farklı işlerde çalışma eğilimi göstermeleri de esnek çalışma sisteminin beraberinde getirdiği olumsuz sonuçlar arasında sayılmaktadır.
Esnek çalışma sistemi uygulamada en çok, iş kazalarının yaşanması açısından risk yaratmaktadır. İş kazası olarak nitelendirilen kazanın mutlak anlamda iş yerinde meydana gelmesi gerekmeyip işin yürütümü esnasında iş yeri dışında meydana gelen kazalar da iş kazası olarak kabul edilmektedir. Hâl böyle iken esnek çalışma modellerine uygun olarak çalışılması halinde işveren tarafından tüm iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması durumunda dahi işverenin sorumluluğunun belirlenmesi noktasında sorunlar yaşanmaktadır.
Esnek çalışma sistemi ile istihdamın dışsallaştırılması, çalışma ortamının belirlenmesi ve sınırlandırılmasında yaşanan zorluklar nedeniyle iş sağlığı ve güvenliği açısından ortaya çıkan zaaflar çoğu zaman çalışanlar tarafından da haksız olarak kullanılmaktadır. Bu bağlamda iş kazaları oranının daha çok bu çalışma modellerinde çalışanlar açısından artış gösterdiği görülmektedir.
Sonuç olarak ekonomik, sosyal ve teknolojik gelişmeler sonucu iş gücü piyasasında yer almaya başlayan esnek çalışma modelleri avantajlara sahip olduğu kadar dezavantajlara da sahiptir. Hâl böyle iken, esnek çalışma modellerinin getirdiği avantajlar ve dezavantajların hem çalışanlar hem de işverenler tarafından doğru analiz edilmesi ve karşılıklı ihtiyaç ve beklentilere uygun olarak belirlenmesi önem arz etmektedir.













