Sözleşmelerde Yabancı Dil Kullanımının Sınırları

Türk Borçlar Kanunu’nun kabul ettiği temel sisteme göre, sözleşmenin tarafları, sözleşmenin şekli, içeriği… vb hususları belirleme özgürlüğüne sahiptirler. İrade özerkliğinden doğan ve bireylerin özgür iradelerinin ifadesi olarak kabul edilen sözleşme özgürlüğü kavramı, borçlar hukuku sistemi içindeki en temel hukuk ilkelerinden birisini ortaya koymaktadır. ([1]) Bununla birlikte taraflar arasında akdedilen sözleşmelerin, kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırı olarak düzenlenmesi bazen sözleşmenin tamamının bazen de sözleşme maddelerinin bir kısmının (söz konusu maddelerin esaslı unsurlardan olup olmadığına bağlı olarak sözleşmenin bir kısmının veya tamamının) hükümsüz olmasına neden olmaktadır. ([2])

Sözleşmelerin düzenlenmesi ve yorumlanması esnasında karşımıza çıkan en önemli sınır, sözleşmelerin kanunun emredici düzenlemelerine aykırı düzenlemeyeceği sınırıdır. Hangi kanun maddesinin emredici olduğu, ilgili kanun ve maddenin şümulü ve lafzı ile tayin edilebilir.

Ülkemizde artan uluslararası ticari faaliyet kapsamında bir kısım sözleşmelerin İngilizce başta olmak üzere yabancı diller ile tanzim edildiği görülmektedir. Hatta bankacılık, finans piyasaları, türev işlemler gibi sıklıkla karşılaştığımız bir kısım sözleşme ve bildirimlerin dahi yabancı dil ile düzenlendiği görülmektedir.

Tarafların hak ve yükümlülüğünü düzenleyen sözleşmelerin hangi dil ile düzenlendiği hususu ilk bakışta önem arz etmeyen bir husus olarak düşünülmektedir. Sözleşmenin esaslı ve tali hususlarında mutabık kalan tarafların, sözleşmenin dilini seçme özgürlüğüne de sahip olduğu inancı yaygın bir kanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa 10.04.1926 tarihli ve 805 sayılı “İktisadi Müesseselerde Mecburi Türkçe Kullanılması Hakkında Kanun” kapsamında sözleşme ve benzeri hukuki belgelerin hangi dille düzenleneceğinin emredici bir biçimde düzenlenmiştir.

Söz konusu 805 sayılı Kanun, uzun süredir yürürlükte olmasına rağmen, birçok kişinin bu Kanun’un öngördüğü hüküm ve cezai müeyyideler hakkında bilgisi bulunmamaktadır.

Kanun’un uygulanmasına ilişkin Yargıtay’ın kararları dikkate alındığında, şirketlerin, özellikle Türkiye’de bulunan yabancı yatırımcı şirketlerin, hak ve menfaatlerinin korunması adına bu Kanun hakkında bilgi sahibi olmaları bir zorunluluk haline gelmiştir.

10.04.1926 tarihli “İktisadi Müesseselerde Mecburi Türkçe Kullanılması Hakkında Kanun” hükümleri incelendiğinde;

  1. Kanunun 1. Maddesinde, Türk Şirketlerinin ([3]) ve müesseselerinin, Türkiye dahilinde akdedeceği ([4]) her türlü sözleşme ve işlemleri,
  2. Kanunun 2. Maddesinde, Yabancı Şirketlerin, Türk Şirketler ile imzaladığı ve kamu kurumlarına ibraz mecburiyetinde bulundukları belge ve işlemleri ([5]),

Türkçe yapmaya mecbur olduğu düzenlenmektedir.

Bir başka ifadeyle hangi sözleşmelerin Türkçe yapılması gerektiği 1926 tarihli kanun kapsamında emredici bir biçimde düzenlenmiştir. Bu bakımdan, iki veya daha fazla Türk şirketi (yabancı uyruklu bir ana şirkete bağlı olan yerel şirketler de dahil olmak üzere) arasında yapılan bir sözleşmenin Türkçe hazırlanıp imzalanması gerekmektedir.

Yasanın devam eden 4. Maddesinde, “sözleşmelerin Türkçe’den başka bir dille düzenlenmesi durumunda, Türkçe metninin de bulunmasının zorunlu olduğu ve Türkçe metnin geçerli olduğu” düzenlenmiştir. Bir başka ifadeyle sözleşmenin yabancı dilde hazırlanarak yürürlüğe girmesi tercih ediliyorsa, uyuşmazlık halinde geçerli olacak olan Türkçe metnine de beraberinde yer verilmesi ve müstakil olarak imzalanması gerekmektedir. ([6])

Üstelik Kanunun 7. Maddesine göre, “Kanun hükümlerine aykırı hareket eden kişinin yüz günden az olmamak üzere adli para cezasıyla cezalandırılacağı” düzenlenmektedir. ([7])

Söz konusu Kanun ile ilgili Yargıtay kararları incelendiğinde, ekonomik ve ticari genişlemeye rağmen yasayı esnetecek yorumlar yapılmadığı ve hatta yasal düzenlemeyi oldukça dar yorumlayarak hüküm kurulduğu görülmektedir.

Gerçekten de; Yargıtay 11 Hukuk Dairesi, 26.03.2012 tarihli, 2012/3122 E. Ve 2012/4073 K sayılı ilamında aşağıdaki şekilde hüküm tesis etmiştir.

“Dosya kapsamından, davanın her iki yanının da Türkiye Cumhuriyeti tabiyetinde bulunan şirketler olup aralarındaki varlığı ihtilafsız sözleşme ( ler )in -ifa yerlerinin Türkiye dahilinde olduğu da gözetildiğinde- 805 Sayılı Kanunun 1. maddesi uyarınca Türkçe olması zorunlu iken İngilizce düzenlendikleri anlaşılmaktadır. Aynı Kanunun 4. maddesinde sözleşmelerin Türkçe düzenlenmesi konusundaki gerekliliğe uyulmamasının müeyyidesi yer almakta olup, mahkemece söz konusu yasa hükümleri nazara alınarak yasada belirtilen müeyyidenin mutlak geçersizlik sonucu doğuran maddi bir hukuk kuralı niteliğinde olup olmadığı, aksi halde ispat hukukuna dair bir kural mahiyetinde bulunup bulunmadığı, bu anlamda davalı yan dayanağı sözleşmenin özellikle tahkime dair hükümlerinin onun lehine nazara alınıp alınmayacağı, tahkim itirazında bulunmanın ve buna dair sözleşme hükmüne dayanmanın “bir tarafın lehine” bir durum tevlit eder nitelikte olup olmadığı, öte yandan davacının davalının tahkim itirazına karşı çıkmasının M.K..nun 2 nci maddesinde yer alan iyiniyet kuralına aykırı olup olmadığı hususları değerlendirilip tartışılmadan taraflar arasındaki 22.4.2007 tarihli sözleşmenin ilgili hükümlerine değer izafe olunarak davalının tahkim itirazının kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, davacı yan vekilinin bu yöne dair temyiz itirazlarının kabulüyle kararın BOZULMASINA karar vermek gerekmiştir.”

Aynı şekilde Yargıtay 11 Hukuk Dairesi, 04.03.2013 tarihli, 2012/4008 E. Ve 2013/3972 K. sayılı ilamında aşağıdaki şekilde hüküm tesis etmiştir.

“805 sayılı İktisadi Müesseselerde Mecburi Türkçe Kullanılması Hakkındaki Kanun’un 2. maddesinde sözleşmelerin Türkçe düzenlenmesi öngörülmüştür. Davacı tarafından dava dilekçesine eklenen tahkim şartını içeren sözleşmenin ise İngilizce düzenlendiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla mahkemece tahkim şartının geçerli olup olmadığı değerlendirilip tahkim itirazının buna göre karara bağlanması gerekirken bu husus nazara alınmadan yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.”

Sonuç olarak, 1926 tarihli kanunun bir devrim kanunu olduğu ortadadır. Kanun koyucu, söz konusu Kanun ile birlikte bir yandan ticari faaliyetin kamu otoriteleri tarafından etkin bir biçimde denetlenmesini diğer yandan da olası ihtilaflardaki yorum farklılığının giderilmesini hedeflenmiştir. Kanunun açık ve emredici olmasına rağmen uygulamada şirketlerin bu kanunu sıklıkla ihlal ettiği ve yabancı dilde pek çok sözleşme ve belge düzenlediği görülmektedir.

Yasanın açık ve emredici olduğu ve cezai müeyyide ile yaptırıma bağlandığı göz önüne alındığında, şirketler tarafından yapılacak sözleşmelerde bu yasanın ayrıca ve hassasiyetle göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

([1]) Dr. Derya Ateş, Sözleşme Özgürlüğü Yönünden Dürüstlük Kuralları makalesi, TBB Dergisi,

([2]) 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 27. Maddesi

([3])  Burada şirket kavramına gerçek kişi tacirler de dahildir.

([4])  Türk şirketlerinin Türkiye dışında akdedeceği sözleşmelerin kapsam dışı olduğu aşikardır.

([5])  Kanun’un 2. Maddesinde yabancı şirketlerin akdedeceği “sözleşmeler” madde kapsamına dahil edilmemiştir.

Bu durum karşısında bir kısım hukukçular, “bu maddeye göre yabancı şirketlerin, yalnızca Türk şirketleriyle veya Türk devlet idaresiyle gerçekleştirecekleri yazışmalarda Türkçe dilini kullanmalarını öngördüğünü dolayısıyla yabancı şirketlerin Türk şirketlerle yapacağı sözleşmelerin Türkçe imza etme mecburiyetinin bulunmadığını” değerlendirmektedir.
Bizim de katıldığımız görüşe göre, maddede her ne kadar “mukavele” kelimesi geçmese de maddede geçen “muamele” ibaresinin “sözleşmeler” kavramını da içermektedir. O halde söz konusu yasal düzenlemede “gerçek bir boşluk” bulunmaktadır. Nitekim Yargıtay’ın aşağıda da alıntılanacak kararlarında da, 805 Sayılı Kanun’un 2. Maddesi kapsamındaki kişiler tarafından yapılacak “sözleşmelerin” de Türkçe yapılması gerektiği ifade edilmiştir.
Bu nedenle; yorum ihtilafından zarar görmemek için yabancı şirketlerin Türk şirketlerle akdedeceği sözleşmelerin çift dilde düzenlenmesinin ve geçerli dilin Türkçe olarak seçilmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir. Aynı durum yabancı şirketler ile Türk Şirketler arasında yapılacak olan yazışmalar açısından da geçerli olacaktır.

([6])  Öte yandan, söz konusu belgenin Kanun’a aykırılığına dayanarak yapılacak iddialardan önceden feragat edilmesi hukuken geçersiz ve hükümsüzdür.

([7]) Söz konusu madde 23.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 Sayılı Torba Kanun ile değiştirilmiştir.

 

İlginizi çekebilir

Yorum Yap

Email adresiniz gizli kalacaktır.