GİRİŞ
Bu makalede, sınai mülkiyet haklarının ulusal mevzuat ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalar gereğince hangi koruma hükümlerine tabi olduğu ve hangi faaliyetlerin bu koruma hükümlerinin ihlalini teşkil edeceği analiz edilmiştir. Uluslararası yatırım anlaşmaları ışığında sınai mülkiyet haklarının yatırım kapsamına alınıp alınmadığı ve tanınan koruma muamelesi kriterlerine tabi olduğu durumlar incelenmiştir. Uluslararası yatırım tahkim kararları incelenmiş ve sınai mülkiyet haklarının hangi koşullarda korunacağı ele alınmıştır.
SINAİ MÜLKİYET HAKLARININ ULUSAL DÜZEYDE KORUNMASI
Fikri ve sınai mülkiyet hukuku, fikir ve sanat eserleri bir başka deyişle telif hakları ve sınai mülkiyet hakları olmak üzere iki kategoriden oluşur.
Telif hakları 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda, sınai mülkiyet hakları ise 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nda (SMK) düzenlenmiştir. Bu kanunun amacı; marka, coğrafi işaret, tasarım, faydalı model ve geleneksel ürün adlarına ilişkin hakların korunarak ülkedeki teknolojik, ekonomik ve sosyal ilerlemeye katkı sağlamaktır.
Sınai hakların korunması için SMK dışında 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nda, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda, 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da ve ilgili yönetmeliklerde belirli hükümlere yer verilmiştir. Bu makalede sınai mülkiyet haklarının ulusal ve uluslararası düzeyde korunması üzerinde durulacaktır.
Sınai Mülkiyet Kanunun 3. maddesi gereği bu kanunun sağladığı haklardan yalnız Türkiye Cumhuriyeti uyruğundaki gerçek kişiler değil; Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yerleşim yeri olan veya sınai ya da ticari faaliyette bulunan tüzel kişiler, Paris Sözleşmesi veya 15/4/1994 tarihli Dünya Ticaret Örgütü Kuruluş Anlaşması hükümleri dâhilinde başvuru hakkına sahip kişiler, karşılıklılık ilkesi uyarınca, Türkiye Cumhuriyeti uyruğundaki kişilere sınai mülkiyet hakkı koruması sağlayan devletlerin uyruğundaki kişiler de yararlanır.
Ulusal mevzuatta sınai mülkiyet hakkının korunması TÜRKPATENT Endüstrisi’ne başvuru yapılarak hakkın tescil edilmesi ile gerçekleşebilir. Tescil, hak sahibine münhasır haklar tanır. Marka hakkı sahibi tescil sayesinde markayı ticari faaliyetlerinde kullanma, izinsiz kullanımını önleme ve ihlal halinde hukuki yollara başvurma hakkına sahiptir. Patent sahibi ise üçüncü kişilerin patente konu ürün veya yöntemi üretmesini, satmasını veya ithal etmesini engelleme hakkına sahip olacaktır. İhlal tespit edildiğinde hakka tecavüzün men’i, haksız kazancın iadesi, ürünlerin toplatılması ve imhası, tespit ve tazminat davaları ve ihtiyati tedbir konulması mahkemelerden talep edilebilir. SMK uyarınca cezai yaptırımlar da öngörülmüştür. 4458 sayılı Gümrük Kanunu m. 57/A ve Sınai Mülkiyetin Gümrüklerde Korunması Hakkında Yönetmelik hükümleri uyarınca sınai hak sahibi, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’na başvuru yaparak ürünlerinin sınırda korunmasını sağlayabilir. Başvuru yapılmış olmasa bile gümrük memurları, resen harekete geçerek sahte ürünlerin ithalat veya ihracatını durdurabilir. Haksız rekabet durumlarında Reklam Kurulu ve Ticaret Bakanlığı’nın idari yaptırım uygulaması mümkündür. Yanıltıcı ambalaj kullanımı veya taklit ürün tanıtımı tespit edildiğinde ürün toplatma ve idari para cezası yaptırımları uygulanabilir. Mevzuatta öngörülmüş bu yollar sayesinde yerli ve yabancı hak sahipleri ulusal alanda sınai mülkiyet haklarını koruma imkanına sahiptir. Tescilsiz sınai hakların dahi yargı yoluyla korunması hukuk ve ceza mahkemeleri aracılığıyla mümkündür. Ek olarak TÜRKPATENT Endüstrisi, hakka tecavüz teşkil edebilecek kötü niyetli başvuruları reddedebilir.
Makalenin konusunu da oluşturan bir başka koruma şekli ise uluslararası anlaşmalar ile belirlenmiş koruma yükümlülükleridir. Türkiye’nin taraf olduğu bu anlaşmalar sayesinde ulusal mevzuat gereğince kazanılmış sınai haklar uluslararası alanda da koruma altına alınabilir. Bu anlaşmalardan bazıları Endüstriyel Mülkiyetin Korunmasına dair Paris Sözleşmesi (1883), Patent İş birliği Anlaşması (1970), Markaların Uluslararası Tesciline İlişkin Madrid Anlaşması (1891), Lahey Anlaşmaları (1899-1907) ve TRIPS (Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet – 1994) Anlaşması ve uluslararası yatırım anlaşmalarıdır. Bu anlaşmalar yabancı hak sahiplerinin Türkiye’de sınai haklarını ileri sürebileceğini ve ilgili hükümler çerçevesinde koruma talep edebileceğini gösterir.
Uluslararası yatırım anlaşmaları taraf devletler arasında belirli muamele standartları ve taahhütler getirerek sınai hakların korunmasında rol oynar.
ULUSLARARASI YATIRIM ANLAŞMALARI NEDİR?
Uluslararası yatırım anlaşmaları (International Investment Agreement / IIA olarak bilinir), ikili ya da çok taraflı olarak imzalanmış olabilir. İkili yatırım anlaşmaları (Bilateral Investment Treaty) BIT olarak adlandırılır. Taraf devletlerden gelen yabancı yatırımlara belirli muamele standartlarının sağlanmasını taahhüt eden anlaşmalardır. Bu anlaşmalar yabancı yatırımcılara, yatırım alan ev sahibi devletlerle olan anlaşmazlıklarını çözmek için belirli koruma ve avantajlar sağlar. Anlaşmada taahhüt edilen korumalar ve muamele standartları ile amaç; ülkedeki yatırım akışını arttırmak, sürdürülebilir ekonomik kalkınma sağlamak ve yatırımların serbestleştirilmesidir.
Uluslararası anlaşmaların önem arz ettiği husus uyuşmazlık çözümlerinde başvurulan yargı yoludur. Yatırımcı ve ev sahibi devlet arasında bir uyuşmazlık gündeme geldiğinde yatırımcılar yalnızca yerel mahkemelerle değil, tahkim yoluyla da devletlere karşı hak arayabilir. Tahkim kararlarında genellikle hak ihlalini temin etmek için yatırımcı lehine tazminata ya da ev sahibi devletin ihlal oluşturan faaliyetinin durdurulmasına hükmedilir.
Uluslararası Yatırım Uyuşmazlıkları Çözüm Merkezi (ICSID), tahkim yolunda en çok başvurulan kurumdur. Bundan başka Birleşmiş Milletler Uluslararası Ticaret Hukuku Komisyonu (UNCITRAL) ve Uluslararası Ticaret Odası (ICC) uluslararası tahkim yolunda görevli olabilir.
Tahkim mahkemelerinin görevli olabilmesi ve yatırımcıların bu koruma taleplerinden faydalanabilmesi için ilgili ticari faaliyetin yatırım olarak nitelendirilmesi gerekmektedir. ICSID Konvansiyonu’nun 25. Maddesinde sayılan şartlara göre ICSID tahkimine başvurulabilmesi için ev sahibi devlet ve yatırımcının mensubu olduğu devlet ICSID’e taraf olmalıdır, uyuşmazlığın ICSID tahkim mahkemeleri ile çözülmesine taraflar rıza göstermiş olmalıdır ve uyuşmazlık bir yatırımdan kaynaklanmalıdır. Bu madde sebebiyle ICSID tahkiminin incelediği önemli bir husus da ilgili ticari faaliyetin yatırım niteliğidir. Aksi takdirde yatırımcılar anlaşmada taahhüt edilen koruma kalemlerinden yararlanamayacak ve uyuşmazlık halinde tahkim yoluna gidilemeyecektir.
Çok taraflı yatırım anlaşmalarında, genellikle yatırım kavramının anlamının geniş tutulması yönünde bir eğilim göze çarpmaktadır. Yapılan tanımlarda “ev sahibi ülke hukukuna uygun olan her türlü mal varlığı”nın yatırım olabileceği belirtilmektedir.
a. Uluslararası yatırım anlaşmalarında yatırım tanımı nasıl belirlenmiştir?
ICSID Konvansiyonu, yatırım kapsamını ayrıntılı tanımlamamıştır. Salini kararı bu kapsamın belirlenmesinde önemli bir rol oynar. (Salini Costruttori S.p.A. and Italstrade S.p.A. v. Kingdom of Morocco, ICSID Case No. ARB/00/4). Bu karar ile belirlenmiş kriterler şunlardır: Yatırımcı belirli bir miktar sermayeyi ev sahibi devlete getirmiş olmalıdır. Yatırım projesi belirli bir süre boyunca devam edecek olmalıdır ve belirli bir risk taşımalıdır. Bu risk ekonomik, ticari veya politik olabilir. Son olarak yatırım projesi ev sahibi devletin ekonomik gelişimine katkı sağlamalıdır. Salini kararındaki bu kriterlerin somut uyuşmazlıklarda aranmasına “Salini Test” denilir. Salini Test’te belirtilmese de tarafların ICSID’e başvururkenki iradeleri de yine yatırım uyuşmazlığı nitelendirmesinde dikkate alınmaktadır.
Bu kriterlerin yanı sıra ICSID hakemleri Salini kararındaki kıstaslarla bağlı kalmadan inceleme yapabilmekte ve uyuşmazlığın yatırım kapsamına girip girmediğini somut olaya göre değerlendirmektedir.
b. Sınai haklar yatırım kapsamında değerlendirilebilir mi?
Milletlerarası hukuk, içtihat ve doktrin çerçevesinde sınai hakların da uluslararası yatırım anlaşmalarına konu olduğu söylenebilir. Birçok anlaşmada yatırım kavramı geniş tutulmuş ve fikri ve sınai haklar da bu kapsama dahil edilmiştir. 1989 ABD-Türkiye Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına Dair Antlaşma, 2005 Almanya Model BIT ve 2003 Japonya-Güney Kore BIT sınai hakların yatırım tanımına dahil edildiği anlaşmalara örnek olarak gösterilebilir. Salini kararına göre de yatırımcının getirdiği sermayenin fikri ürünlerden oluşması mümkündür.
Örnek olarak bir markanın ev sahibi ülkede kullanımı yatırım teşkil edebilir. Eğer markanın kullanımı üretim, satış, pazarlama, tanıtım ve garanti sağlama faaliyetlerini içeriyorsa markanın yatırım olarak kabul edilmesi muhtemeldir. Tahkim mahkemeleri, marka sahibi kişi veya kurumun yatırım tanımını karşılayabilmesi için markanın geçerli olduğu süre boyunca katkı sunması, ticari risk üstlenmesi ve markanın sağladığı ticaret aracılığıyla ev sahibi ülkenin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunması gerektiği ve bu şekilde Salini Test kriterlerinin sağlanmış olacağı yönünde kararlar vermiştir.
Ancak ICSID tahkimi tarafından hükme bağlanmış Phoenix v. Çek Cumhuriyeti kararında, ulusal hukuk ihlal edilerek yapılan yatırımlarla ilgili uyuşmazlıkların ICSID yargılamasına taşınamayacağı belirtilmiştir. Buna göre, bir yatırımın ulusal hukuka aykırı yapılmış olması durumunda, uluslararası anlaşmada böyle bir yatırımdan açıkça bahsedilmiş olsa dahi, bu ticari faaliyet bir yatırım olarak değerlendirilmez.
Türk hukuku açısından yatırım kapsamına sınai hakların dahil edilip edilmediği de incelenmelidir. 2009 Türk Model Yatırım Anlaşmasında (BYT) yatırımlar, taraf devletin topraklarında kalıcı ekonomik ilişkiler kurmak amacıyla edinilen, ticari faaliyetlerle bağlantılı her türlü anlaşma olarak tanımlanmıştır. Anlaşmada yapılan listelemede sınai ve fikri mülkiyet haklarına da yer verilmiştir. Ayrıca 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu uyarınca fikri ve sınai mülkiyet hakları da yatırımların tanımına dahil edilmiştir. Bunlardan yola çıkarak Türkiye’de sınai hakların da yatırım kapsamında olabileceği ve koruma ilkelerine tabi olacağı söylenebilir.
ULUSLARARASI YATIRIM ANLAŞMALARI İLE SINAİ HAKLARIN KORUNMASI
Gelişmiş ülkeler, fikri mülkiyet haklarının yeterli şekilde korunmasının ve uygulanmasının doğrudan yabancı yatırımları çekmek için bir ön koşul olduğu düşüncesini benimsemişlerdir. Fikri ve sınai mülkiyet varlıklarının güvenli şekilde korunduğunu hisseden yatırımcıların gelişmekte olan ülke pazarlarında yatırım yapma olasılığı da artacaktır. Yatırımcılar tarafından talep edilen ve makul beklenti içinde olunan koruma faaliyetlerinin yalnız taahhüt edilmekle kalınmayıp başarılı şekilde gerçekleştirilmesi oldukça önemli bir husustur. Yatırımcılara bu güveni hissettirmek için ulusal mevzuata ek olarak pek çok düzenleme öngörülmüştür.
Uluslararası yatırım anlaşmalarında sınai mülkiyet haklarının korunmasına yönelik başlıca düzenlemelerin şekilenmesinde özellikle TRIPS Anlaşması’nın getirdiği standart uygulama yükümlülükleri ile Paris Sözleşmesi’nin oluşturduğu temel prensipler rol oynamaktadır. Bu düzenlemelere ek olarak ikili ve bölgesel yatırım anlaşmaları ile koruma ilkelerinin uygulanmasını somutlaştırılmaktadır. TRIPS aracılığıyla sağlanan korumalar ulusal hukuka entegre edilmeli, uygulanabilir, adil ve caydırıcı olmalı, gümrüklerde, mahkemelerde ve idarelerde uygulanmalıdır.
TRIPS’te öngörülen asgari korumalar çeşitli ilkelerle belirlenmiştir. Bu ilkelerden biri olan ulusal muamele ilkesine göre devletin yerli yatırımcılara sağladığı koruma hakları yabancı yatırımcılardan esirgenemez. Diğer bir deyişle ev sahibi devletin kendi vatandaşlarına tanıdığı sınai mülkiyet hakları yabancı yatırımcıya tanınanlardan daha kapsamlı ve üstün olmamalıdır. Örneğin Türkiye vatandaşlarına sınai mülkiyet alanında vergi indirimi sağlanıyorsa yabancı yatırımcılara da sağlanmalıdır.
En çok kayrılan ülke ilkesine (MFN – Most Favoured Nation) göre anlaşmaya taraf bir devletin yatırımcısına sağlanan avantaj diğer tüm devletlerin yatırımcılarına aynı şekilde uygulanmalıdır. Bu ilkenin amacı ayrımcılığın önlenmesi, yatırımcılar arasında fırsat eşitliğinin sağlanması ve eşit rekabet koşullarının oluşturulmasıdır.
Yatırımcılar kamulaştırmaya karşı da korunmaktadır. Ev sahibi devletin tescilli sınai hakkı el koyarak veya fiilen kullanılamaz hale getirerek ortadan kaldırmasına ya da değerini azaltmasına kamulaştırma denir. Kamulaştırmanın mümkün kılınması için kamu yararı bulunmalı, ulusal ve uluslararası mevzuat kapsamında öngörülmüş olmalı ve kamulaştırma ayrımcılığa dayanmamalıdır. Uygun bir tazminat ödenmesi karşılığında kamulaştırma mümkün kılınmıştır.
Yatırımcılara adil ve hakkaniyete uygun muamele (FET – Fair and Equitable Treatment) edilmelidir. Bu ilkeye göre yatırımcının ev sahibi devlete yatırım yaparken güven beslediği mevcut düzenlemeler keyfi, ani ve öngörülemez şekilde değiştirilemez. Yatırımcıyı ev sahibi devlete yatırım yapmaya iten mevzuat hükümleri beklenmedik şekilde değiştirilmemeli ve yatırımcıda oluşmuş meşru beklenti korunmalıdır. Örneğin patent başvurusu keyfi olarak reddedilemez. Yatırımcının meşru beklentisine aykırı olacak şekilde mevzuat aniden değiştirilip sınai mülkiyet haklarını doğuran lisanslar iptal edilemez.
Şemsiye hüküm ilkesine göre ev sahibi devlet ile yatırımcı aralarında uluslararası yatırım anlaşmalarına ek olarak özel bir anlaşma yapmışsa veya ev sahibi devlet tarafından yazılı taahhüt verilmişse bunlardan doğan yükümlülükler doğrudan yatırım anlaşması kapsamına girecektir. Bunun sonucunda yatırımcı ulusal mevzuatın öngördüğü hukuk yoluna başvurmak yerine doğrudan uluslararası tahkim yollarına başvurma hakkına sahip olacaktır. Örneğin devletin yatırımcıya marka hakkının yirmi yıl korunacağını taahhüt edip onuncu yılda iptal etmesi şemsiye hüküm gereği tahkime götürülebilecek bir hak ihlali teşkil etmiş olur.
Yatırımcıların sınai mülkiyet kaynaklı gelirlerinin ülke dışına serbestçe transfer edilmesi de (Free Transfer of Funds) korumalardan biridir. Yatırımcının, yatırım faaliyeti sonucunda elde ettiği gelir kalemlerini kendi ülkesine ya da başka herhangi bir ülkeye transfer etmesi engellenemez. Sınai mülkiyet kaynaklı gelirlere lisans gelirleri, patent kullanım bedeli ve royalty ödemeleri örnek gösterilebilir.
Sınai mülkiyet hakkına sahip yatırımcılar, bu koruma yükümlülükleri ihlal edildiğinde yatırımcı sıfatı ile tahkime gidebilir. Koruma yükümlülüklerin ihlali sonucu ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözülmesinde ICSID tahkimi en çok başvurulan çözüm yöntemidir. ICSID, UNCITRAL ve ICC tahkimi, yatırımcı lehine tazminat ya da ev sahibi devletin faaliyetinin durdurulması gibi yaptırımlara hükmedebilir.
SINAİ MÜLKİYETİN KORUNMA TALEPLERİNE İLİŞKİN ÖRNEK TAHKİM KARARLARI
Yatırımcıların, sınai mülkiyet haklarının ev sahibi devlet tarafından gerçekleştirilmiş uygulamalar ile ihlal edildiğini iddia ettikleri pek çok uyuşmazlıkta tahkim yoluna başvurulmuştur. Tahkim kararlarından anlaşıldığına göre yatırımcıların taleplerini dayandırdıkları koruma ilkeleri sınırsız bir koruma sağlamaz ve devletlerin muameleleri meşru kılınabilir.
Tahkim mahkemeleri uyuşmazlıklar karşısında bir menfaat dengesi oluşturmaya çalışırlar. Bazı durumlarda yatırımcının menfaati üstün çıkarken, bazı durumlarda ise kamu yararı ağır basacaktır. Aşağıdaki kararlarda tahkim kararları doğrultusunda değerlendirmelerin nasıl yapıldığı incelenecektir.
Philip Morris v. Uruguay (ARB/10/7. Philip Morris Brand Sàrl (İsviçre), Philip Morris Products SA (İsviçre) v. Uruguay Doğu Cumhuriyeti) uyuşmazlığında, ev sahibi devlet sigara paketlerinin üzerindeki marka logosunun kaldırılarak sade paket uygulamasına geçilmesine ilişkin karar almıştır. Sigara karşıtı mevzuatın çıkarılmasında amaç kamu sağlığını korumaya yönelik önlem almaktır. Philip Morris International (PMI) ise bu mevzuatın ülkedeki sigara markalarını ve yatırımlarını değersizleştirdiğini iddia etmiştir. PMI’nin merkezinin bulunduğu İsviçre ile Uruguay arasındaki ikili yatırım anlaşmasını ihlal ederek rekabeti engelleyici uygulamalarda bulunduğu gerekçesiyle yirmi beş milyon dolar tazminat talep edilmiştir. PMI’nin iddialarına göre bu mevzuat meşru beklentileri zedelemiş, dolaylı olarak kamulaştırma yapılmış, ulusal muameleye ve en çok kayırılan ülke muamelesine aykırı davranmıştır.
ICSID kararında devletin kamu sağlığı gibi üstün meşru amaçlarla yaptıkları düzenlemenin yatırımcı haklarından öncelikli olduğunu vurgulanmıştır. Aynı zamanda Uruguay’ın bu düzenlemesi dünya genelinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından tavsiye edilen önlemler arasında yer almaktadır dolayısıyla düzenleme öngörülebilir olmalıdır. Devletin politika serbestliği yatırımcının beklentisinden üstün tutulmuştur. Yatırımcının ticari kazanç elde etme kapasitesi azalsa da mülkiyet hakkı tamamen ortadan kalkmadığı için dolaylı kamulaştırma iddiası da çürütülmüştür. Aynı zamanda düzenlemeler tüm sigara şirketlerine eşit şekilde uygulandığı için herhangi bir ayrımcılıktan da söz edilmesi mümkün değildir.
Eli Lilly and Company (ABD) v. Kanada (UNCITRAL, ICSID idaresinde, NAFTA 11. Bölüm tahkimi, UNCT/14/2) kararında ise patent hakkına ilişkin bir ihlal olup olmadığı incelenmiştir. Eli Lilly and Company ABD merkezli bir ilaç şirketidir. Kanada hükümetinin NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması) hükümlerini ihlal ettiğini iddia ederek ICSID kuralları altında UNCITRAL tahkimine başvurmuştur. Kanada mahkemeleri Eli Lilly’nin Zyprexa (şizofreni ilacı) ve Strattera (DEHB tedavisi ilacı) ilaçlarına ilişkin patentlerini iptal etmiştir. İptal sebebini de “promise doctrine” ilkesi uyarınca bir buluşun yararına dair vaadin gerçekleşmesi gerektiğine, Eli Lilly’nin bu vaadi yeterince ispatlayamamasına dayandırmıştır. Eli Lilly başvurusunda Kanada’nın patent iptallerinin keyfi ve ayrımcı olduğunu, patent başvurusu yapılırken “promise doctrine” ilkesinin mevcut olmadığını ve meşru beklentilerinin ihlal edildiğini, TRIPS ve NAFTA’daki fikri mülkiyet koruma yükümlülüklerine aykırı davrandığını iddia etmiştir. Kanada devleti ise savunmasında patentlerin iptalinin bağımsız yargı kararları ile gerçekleştiğini, “promise doctrine” ilkesinin Kanada içtihadında yıllardır uygulandığını, ulusal mahkeme kararlarının uluslararası yatırım tahkimine götürülemeyeceğini ve TRIPS veya NAFTA hükümlerinin her patentin verileceğini veya sürdürüleceğini garanti etmediğini ileri sürmüştür. Tahkim kararında Kanada’nın yargı sisteminin işleyişinin yatırım koruma standartlarını ihlal etmediği, ulusal yargı organlarının patentleri iptal etmesinin kamu gücünün keyfi kullanımı teşkil etmediği, hukuki öngörülemezlik bulunmadığı gerekçelendirilmiş ve sonuca bağlanmıştır.
Bu tahkim kararlarından anlaşılacağı üzere sınai mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin uluslararası anlaşmalardaki hükümler her zaman mutlak bir koruma teşkil etmemektedir. Buna rağmen yatırımcıları ev sahibi devletlerin hak ihlaline sebep olabilecek uygulamalarından kapsamlı şekilde korumaktadır.
SONUÇ
Sınai mülkiyet hakları ulusal mevzuat dışında uluslararası anlaşmalar ile de koruma altına alınmıştır. Yabancı yatırımcıların sınai haklara ilişkin koruma talepleri uluslararası yatırım anlaşmaları kapsamında değerlendirilmektedir ve uyuşmazlık halinde uluslararası tahkim yolu açıktır. Tahkim kararlarında koruma ilkeleri bir menfaat dengesi oluşturularak incelenmektedir. Yabancı yatırımcılara ulusal mevzuatta öngörülen sınai mülkiyet korumasına ek olarak uluslararası yatırım anlaşmalarındaki koruma muamelesinin uygulanması ile ülkeye giren yatırımların artması ve ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesi hedeflenmektedir.
Stj. Elif Rana DELİKTAŞ













