Beyaz Yaka Suçları olarak tanımlanan suçları tanımlamadan önce beyaz yakanın ne demek olduğunun ifade edilmesi gerekmektedir. Beyaz yaka, 4857 sayılı İş Kanunu’nda düzenlemesi olmayan ancak iş dünyasında genellikle zihinsel emeğiyle çalışan, masa başı işlerde görev alan, ofis ortamında bulunan çalışanları ifade eden bir terimdir. Bu kişiler genellikle yöneticiler, profesyoneller, büro çalışanları ve teknik uzmanlardır. Beyaz yaka suçları ifadesi ile de bu pozisyonda çalışan kişilerin konum ve pozisyonları gereği işleyebileceği suç türlerinden bahsedilmektedir.
Beyaz yaka suçları, genellikle yüksek sosyal statüye sahip bireylerin, profesyonel ya da kurumsal ortamlarda iş pozisyonlarını ve güçlerini kötüye kullanarak işledikleri suçlardır. Bu suçlar, fiziksel şiddet veya zorlama yerine dolandırıcılık, hile ve güven ihlaline dayanır. “Beyaz yaka” terimi, çalışanların genellikle masa başı işlerde bulunması ve çoğunlukla beyaz gömlek giymesi sebebiyle bu şekilde adlandırılmıştır.
Beyaz yaka suçları, 20. yüzyılın ortalarında Edwin Sutherland tarafından sosyolojik bir kavram olarak ortaya atılmış, yaptığı çalışmalarla, geleneksel suç algısının ötesine geçerek, yüksek sosyal statüye sahip kişilerin işlediği suçlara dikkat çekmiştir. Bu suç türü, geleneksel ceza hukuku suçlarından (hırsızlık, cinayet gibi) farklı olarak daha az fiziksel zarar içerir ancak toplumsal boyutta çok daha büyük ekonomik ve sosyal zararlara yol açabilir.
Beyaz yaka suçlarına özellikle Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) malvarlığına karşı suçlar başlığı altında düzenlenen dolandırıcılık ve güveni kötüye kullanma suçları örnek verilebilecektir.
Dolandırıcılık Suçu (TCK madde 157)
Dolandırıcılık suçu ile cezalandırılan fiiller hileli davranışlarla bir kimseyi aldatarak onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamaktır. Yani, dolandırıcılık suçundan bahsedilebilmesi için öncelikle failin hileli davranışlar ile bir şekilde kimseyi zarar meydana getirecek şekilde aldatması gerekmektedir.
Hileli davranış ile kastedilen, mağdurun hataya düşmesine ve iradesini sakatlayarak tasarrufta bulunmasına yol açan her türlü davranıştır. Hileli davranışlar ile mağdurun gerçek iradesi ile rıza göstermeyeceği bir eylemi gerçekleştirmesi gereklidir.
Söz konusu hileli davranışların mağduru aldatmaya elverişli olması, yani soyut bir yalandan öte belli bir ağırlığa ve yoğunluğa sahip nitelikli yalan mahiyetinde olması gerekmektedir. Suçun gerçekleşmesi için söz konusu hileli davranışlar ile mağdurun aldatılabilecek olması gerekmektedir.
Dolandırıcılık suçunun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli halleri ise madde 158’de düzenlenmiştir. Bu suçun bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle ya da mağdurun içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlardan yararlanmak suretiyle, işlenmesi gibi hallerde faile verilecek ceza madde kapsamında arttırılarak verilecektir.
Güveni Kötüye Kullanma Suçu (TCK madde 155)
Bir kimsenin, başka birine ait olan ve koruma veya belirli bir şekilde kullanma amacıyla kendisine zilyetliği devredilmiş bir mal üzerinde, kendisi ya da bir başkası lehine, devrin amacına aykırı bir şekilde tasarrufta bulunması ya da zilyetliğin devri olgusunu inkâr etmesi durumunda güveni kötüye kullanma suçu oluşur. Eğer bu suç, zilyetliği devreden ile devralan arasında var olan bir hizmet ilişkisinin kötüye kullanılması yoluyla işlenirse, bu durum hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu oluşturur.
Güveni kötüye kullanma suçunun gerçekleşmesi için failin haksız bir menfaat sağlaması şart değildir. Türk Ceza Kanunu’nun 155. maddesi, zilyetliğin kötüye kullanılması ya da devir olgusunun inkâr edilmesi suretiyle “kendisi veya bir başkası lehine” mal üzerinde tasarrufta bulunulmasını cezalandırmaktadır. Her ne kadar “lehine” ifadesi, failin haksız bir menfaat elde etmesi gerektiği izlenimini verse de, bu suç türünde somut bir menfaatin sağlanması aranmaz. Aynı şekilde, suçun işlenmesi sonucu somut bir zararın meydana gelmesi de gerekli değildir. Zilyetlik konusu malın, devir amacına aykırı şekilde tasarruf edilmesi ya da devir olgusunun reddedilmesi, suçun oluşması için yeterlidir.
Zilyetlik, bir kişinin bir eşya üzerindeki fiili hakimiyetidir ve bu suçun oluşması için zilyetliği devreden ile devralan arasında geçerli bir sözleşmenin varlığı zorunludur. Bu sözleşme, tarafların serbest iradeleriyle kurulmalıdır. Fail ile malın sahibi arasında hukuka uygun bir sözleşme yoksa, suçun unsurları tamamlanmaz. Eğer mal, mülkiyet hakkı sahibinin aldatılması veya kandırılması yoluyla elde edilmişse, bu durumda geçerli bir sözleşmeden söz edilemez ve eylem dolandırıcılık suçunu oluşturur.
Zilyetliğin, mal sahibinin açık rızasıyla ve isteyerek faile devredilmiş olması gereklidir. Suçun meydana gelmesi için, malın belirli bir şekilde kullanılmak veya muhafaza edilmek üzere devredilmesinden sonra failin bu amaca aykırı bir işlem yapması ya da devir olgusunu inkâr etmesi gerekir.
Sonuç olarak, güveni kötüye kullanma suçu, hem devredilen malın teslim amacına aykırı bir şekilde kullanılması hem de devir olgusunun reddedilmesi şeklinde işlenebilir. Bu bakımdan, suç seçimlik hareketli bir suçtur.
Sonuç olarak, beyaz yaka suçları, genellikle yüksek sosyal statüye sahip bireylerin profesyonel ve kurumsal pozisyonlarını kötüye kullanarak işledikleri suçları ifade eder. Bu suçlar, fiziksel şiddet yerine hile, dolandırıcılık ve güveni kötüye kullanma gibi daha sofistike yöntemlerle gerçekleştirilir. Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddelerinde düzenlenen dolandırıcılık ve güveni kötüye kullanma suçları, beyaz yaka suçlarının önemli örneklerindendir. Bu suçların işlenmesi, bireysel mağdurlara zarar vermenin ötesinde, toplumsal düzeyde ekonomik kayıplara ve sosyal güvenin zedelenmesine neden olur. Bu nedenle, bu tür suçlarla etkin bir şekilde mücadele edilmesi hem bireysel hakların korunması hem de toplumsal adaletin sağlanması açısından büyük önem taşımaktadır.













