Yeşil Mutabakatın Getirdiklerinden Korkmalı Mıyız?

Yeşil Mutabakat, esas adı ile “Green Deal” kavram olarak ilk kez 2007 yılında Pulitzer ödüllü Thomas Friedman tarafından kullanılmıştır. Amerikalı siyasi yorumcu, yazar ve gazeteci olan Friedman üç kez Pulitzer ödülüne layık görülmüş ve çevreci çalışmalarıyla ünlenmiştir. Küresel ticaret, orta doğu, küreselleşme ve çevre konularında kapsamlı yazılar yazmış ve çevre kavramı üzerine yoğunlaştırdığı çalışmaları sonucunda Yeşil Mutabakatın şimdiki kavramının şekillenmesine ve bu denli etki yaratabilmesine katkıda bulunmuştur.

Yeryüzündeki doğal kaynaklarımızın hızla tükenmekte olduğu, iklim değişikliklerinin artık gözle görülür hasarlar bırakmaya başladığı son yıllarda, söz konusu bu hasarların, birtakım küçük teşvik ve çabalar ile telafi edilebilmesinin mümkün olmadığı, kabul edilmiş bir olgudur. Kabul edilmesi gereken bir diğer olgu ise, yeryüzüne verilen zararlar sonucu oluşan risklerin artık daha fazla hafife alınamayacağı ve görmezden gelinemeyeceği; büyük çabalar, ciddi fedakarlıklar ile yeryüzüne verilen bu hasarların en azından yavaşlatılabilmesi adına birtakım grupların değil tüm dünyanın el ele vermesi gerektiğidir.

Tüm canlı yaşamını tehdit eden iklim değişikliği ve küresel ısınmanın ekonomiye verdiği zararların boyutu da her geçen gün büyük bir ivme ile yükselmektedir. New York Üniversitesi tarafından yürütülen “İklim Değişikliğindeki Ekonomik Fikir Birliği” başlıklı bir araştırmada, farklı ülkelerden iklim değişikliği alanında uzman 738 ekonomist ile çalışılmış ve bu çalışma sonucunda, iklim değişikliğinden kaynaklanan ekonomik zararın 2075 yılına kadar 30 trilyon dolara ulaşmasının beklendiğini açıklamıştır.

Thomas Friedman’ın temellerini attığı ve şimdiye kadar küresel ısınma ve iklim değişikliğine karşı yapılmış en büyük anlaşmalardan biri kabul edilen Yeşil Mutabakat 2019 yılının Kasım ayında yayınlanmıştır. Bir Avrupa Birliği anlaşması olan Yeşil Mutabakat ile birliğin 2050 yılına kadar gerçekleştirmek istediği hedefleri açıklanmıştır. Bu hedeflerden bazıları, egzoz gazı emülsiyonunun sıfıra inmesi, ekonomik büyümenin kaynak kullanımına bağlılığının azalması, doğal yaşam kalitesinin artması, dünya üzerinde var olan doğal kaynakların kullanımının arttırılması olarak belirtilmiştir. Bu hedeflerin en büyüğü 2050 yılına kadar karbon nötr kıtası olma hedefidir. Bu hedef doğrultusunda karbon emisyonlarını azaltmak adına düzenlemeler, teşvikler ve belki bu noktadan sonra tüm dünya ticaretini baştan sona etkileyecek yeni düzenlemeler getirilmiştir.

Bu ve bunun gibi düzenlemelerin yer aldığı mutabakat başta Avrupa Birliğine üye devletler olmak üzere Avrupa Birliği ile sıkı ticari ilişkiler içinde olan diğer devletler kapsamında da büyük yankı uyandırmıştır. Çünkü anlaşmada, yalnızca Avrupa Birliği ülkeleri için belirlenen standartlardan söz edilmiyor. Bunun yanında Avrupa Birliği ülkelerinin diğer ülkeler ile yapacakları her türlü ticari faaliyetlerde gerekli olan standartlar da belirlenmiş durumda. Tam da bu noktada kabul etmemiz gerekir ki, ülkemizin Avrupa Birliğindeki ülkeler ile arasındaki aktif ticari hayatının sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için söz konusu mutabakatın ciddiye alınması gerekmektedir.

Bizim ülkemiz gibi daha önce bu ve benzeri çevreci kriterler bakımından herhangi bir yaptırımla bağlı olamayan ve Avrupa Birliği üyesi olmayan tüm ülkeler, bu yeni düzenlemeler ile uluslararası ticaretin içerisinde ayakta kalmak istedikleri sürece, kendi içlerinde bu düzenlemelere mümkün olduğu kadar paralel olabilecek güncellemeler getirmeli ve bu çerçevede teşebbüslerini yeniden şekillendirmelidirler.

Bambaşka bir küresel kriz olan COVID-19 salgını sonrası, ülkelere sağlanan ekonomik kurtarma fonları için aranan kriterler, Yeşil Mutabakat uyumluluk sürecinin ne kadar elzem olduğunu açıkça gözler önüne sermiştir. Ekonomik kurtarma fonlarından yarar sağlanacak şirketlerde aranan en önemli kriterler arasında yeşil ekonomiye sahip olunması yer almaktaydı. Yeşil ekonomiye sahip olan teşebbüsler ise kabaca Yeşil Mutabakat’ın gerektirdiklerine uyumlu bir ekonomik döngüye sahip olan teşebbüsler olarak tanımlanmışlardır.

Yeşil ekonomi olabilmek, çevre dostu bir tutum sergileyebilmek ve tabii ki mümkün olduğunca Yeşil Mutabakat’ın gerektirdiklerine paralel bir döngüye sahip olabilmek, uluslararası ticaretin geleceğinde rol oynayabilmek adına yapılacak en büyük yatırım olarak kabul edilmektedir. Bu yatırımlara gerektiği kadar önem vermeyen teşebbüslerin gelecek kaygılarının ve korkularının olması da kaçınılmazdır.

Her ne kadar bu mutabakatın tarafı olmadığımız ve söz konusu yaptırımlardan ari olduğumuz açık olsa da ticari hayatın teşviklerinden uzak kalmamak ve hatta ticari hayattan kopmamak adına Yeşil Mutabakat’ın gerektirdiklerine kulak vermeliyiz.

Yeşil ekonomiye sahip olmak adına harekete geçmek isteyen teşebbüslerin bu amaç ile çıkacakları yolda ilk adımları, karbon ayak izlerinin çıkartılması ve sonuç değerler üzerinden hangi noktada olunduğunun tespit edilmesi olmalıdır. İdeal değerlerden çok uzak olan teşebbüslerin, Yeşil Mutabakat kriterleri kılavuzluğunda, bu değerleri ne şekilde idealize edilebileceği noktasında başlayacakları çalışmalar oldukça kıymetli bir ilk adım olacaktır. Uluslararası regülasyonlar ile hatları çizilmiş bu yeşil ekonomi modeline adapte olmak adına atılacak her adımın gelecekte ülkemizdeki tüm şirket, kurum ve kuruluşların uluslararası ticarette varlıklarını sürdürebilmeleri, uluslararası yatırım ve kaynaklardan faydalanabilmeleri adına büyük önem teşkil edeceği yadsınamaz bir gerçektir.


[1] New York Üniversitesi / Institute for Policy Integrity – Mart 2021

İlginizi çekebilir

Yorum Yap

Email adresiniz gizli kalacaktır.