Türkiye, son yıllarda EMEA (Avrupa, Orta Doğu ve Afrika) bölgesinden gelen doğrudan yabancı yatırımlar açısından dikkat çekici bir odak noktası haline gelmiştir. Gelişmekte olan pazarlara açılmak isteyen çok uluslu şirketler için Türkiye, hem jeopolitik konumu hem de dinamik iç pazarıyla stratejik bir merkezdir. Ancak bu stratejik avantajlar, yatırımın hukuki zeminini sağlam bir şekilde inşa etmeyi gerektirir. Bu bağlamda, rekabet hukuku, göz ardı edilmemesi gereken kritik bir alan olarak öne çıkmaktadır.
Türk Rekabet Hukuku Perspektifinden Bakış
Türkiye’de rekabet hukuku; 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun çerçevesinde uygulanmakta olup Rekabet Kurumunun etkin gözetimi altındadır. Kurum, özellikle birleşme ve devralma işlemleri, hâkim durumun kötüye kullanılması ve yatay/dikey kısıtlamalar gibi konularda hem yerli hem de yabancı yatırımcılara karşı aktif bir denetim mekanizması yürütmektedir.
EMEA bölgesinden gelen yatırımcılar için bu çerçevede öne çıkan başlıca riskler şunlardır:
- Yoğunlaşma Bildirimi: Global düzeyde gerçekleşen bir birleşme işlemi, eğer Türkiye pazarındaki eşik değerleri aşıyorsa, Rekabet Kurumuna bildirim yapılması zorunludur. Türkiye’nin pazardaki göreli büyüklüğü göz önünde bulundurulmadan yapılan eksik değerlendirmeler, hem yüksek para cezalarına hem de işlemin geçersiz sayılmasına yol açabilir.
- Pazar Gücünün Sınanması: Türkiye’ye güçlü markalarla giren ve kısa sürede yüksek pazar payı elde eden yatırımcılar, hâkim durumda oldukları varsayımıyla daha sıkı incelemeye tabi tutulabilir. Bu bağlamda fiyatlama stratejileri, sadakat indirimleri ve münhasır sözleşmeler özenle değerlendirilmelidir.
- Dikey Anlaşmalar ve Bölgesel Kısıtlamalar: EMEA bölgesinden gelen yatırımcılar, tedarik zinciri düzenlemelerinde dikey anlaşmalar (distributor agreements) kullanabilirler. Bu tür sözleşmelerin, rekabeti sınırlayıcı etkiler yaratmaması için dikkatlice tasarlanması gerekir. Türk Rekabet Kurumu, özellikle bölgesel kısıtlamalar ve yeniden satış fiyatı belirleme gibi durumları inceleyerek, şirketlerin pazar paylarını manipüle etmesini engellemeye çalışır. Ayrıca, dikey anlaşmalarda yeni ürün ve hizmet dağıtımı konusundaki stratejiler de titizlikle ele alınmalıdır.
- İnceleme ve Denetim Süreçlerinin Gecikmesi: Türkiye’de yatırımcılar, rekabet otoritesinin inceleme süreçlerinin uzun sürebileceğini unutmamalıdır. Özellikle büyük ölçekli birleşmeler ve devralmalar, Rekabet Kurumunun detaylı incelemesinden geçebilir. Bu süreçte, potansiyel birleşme ya da devralmanın zamanlaması da göz önünde bulundurulmalıdır.
Etkin Uyum Stratejileri: Proaktif Olmak Şart
Türkiye pazarına girişte yalnızca ticari değil, aynı zamanda hukuki dayanıklılığı yüksek bir yapı kurmak, rekabet hukuku açısından olası risklerin minimize edilmesini sağlar. Bu noktada izlenebilecek bazı temel stratejiler şunlardır:
- Önleyici Hukuki Danışmanlık: Her birleşme, devralma veya yatırım öncesinde Türkiye özelinde rekabet hukuku analizinin yapılması ve bildirime tabi işlemlerin tespiti büyük önem taşır. Bu tür önleyici denetim, risklerin daha oluşmadan bertaraf edilmesini sağlar.
- Global Uyumu Yerelleştirmek: Uluslararası uyum politikalarının Türkiye ayağı özel olarak yeniden tasarlanmalı; çalışanlara yerel mevzuat odaklı, pratik ve örnek olay temelli eğitimler verilmelidir.
- Sözleşme Mimarisi: Tedarik, dağıtım ve lisans sözleşmeleri, özellikle dikey kısıtlamalar, münhasırlık, yeniden satış fiyatı belirleme ve bölge sınırlamaları gibi açılardan özenle yapılandırılmalıdır.
- İzleme ve İç Denetim Sistemleri: Rekabet hukuku ihlalleri genellikle yazılı belgeler, e-postalar veya iç yazışmalarla tespit edildiği için, iç denetim sistemleri ve güvenli ihbar mekanizmaları etkin bir şekilde hayata geçirilmelidir.
Sonuç: Uyum, Rekabetin Anahtarıdır
Türkiye, EMEA bölgesinden gelen yatırımcılar için sunduğu fırsatlarla öne çıkarken; aynı zamanda güçlü ve bağımsız bir rekabet otoritesi tarafından denetlenen, gelişmiş bir hukuki altyapıya sahiptir. Bu nedenle rekabet hukukuna ilişkin stratejik yaklaşım, yalnızca bir “zorunluluk” değil; aynı zamanda uzun vadeli yatırımın sürdürülebilirliği açısından rekabet avantajı sağlayan bir araçtır. Etkin ve yerelleştirilmiş uyum stratejileriyle hareket eden şirketler, Türkiye pazarında hem regülasyonlara uygunluk sağlar hem de itibarlı ve sağlam bir konum elde eder.













