2025 yılı itibarıyla uluslararası ticaret, küresel jeopolitik gelişmelerin etkisi altında şekillenmeye devam etmektedir. Jeopolitik risklerin, uluslararası ticaret üzerindeki yoğun etkisi tartışmasızdır. Küresel ölçekte yaşanan çatışmalar, stratejik geçiş noktalarında yaşanan güvenlik tehditleri ve ekonomik bloklar arasındaki siyasi gerilimler, ticari ilişkilerin hukuki altyapısını doğrudan etkilemektedir. Bu gibi gelişmeler uluslararası satış, dağıtım, taşıma ve üretim sözleşmelerinde yer alan risk düzenlemelerini giderek daha da kritik hale getirmektedir. Ticari sözleşmelerin, öngörülemeyen ve kontrol dışı olaylara karşı dayanıklı hale getirilmesi hususu, teorik bir unsur olmaktan çıkarak pratik bir gereklilik haline gelmiştir. Nitekim yaşanan gelişmelerin sonuçları gerek öngörülemeyen fiyat artışları gerekse Jeopolitik riskler ve çevresel endişeler sebebiyle alınan birtakım korumacı tedbirler şeklinde cereyan etmekte olup yeni dünyada, sözleşmelerdeki tüm mücbir sebep ve ifa yükümlülüklerini yeniden gözden geçirme zorunluluğu doğmuştur.
Bu noktada en sık başvurulan hukuki mekanizmalar; “mücbir sebep” (force majeure) ve “aşırı ifa güçlüğü” (hardship) düzenlemeleridir. Bu iki kavram, taraflar arasında sözleşme dengesi bozulduğunda devreye girmekte ve özellikle kriz dönemlerinde yükümlülüklerin yeniden değerlendirilmesini mümkün kılmaktadır.
Force majeure genel anlamda; tarafların makul kontrolü dışında meydana gelen, öngörülemeyen ve kaçınılması mümkün olmayan olaylar sebebiyle, taraflardan birinin yerine getirmesi gereken ödev, yükümlülük ve borçlarını yerine getirememesi durumunu ifade etmektedir. Uluslararası Ticaret Odası’nın 2020 yılında yayımladığı Force Majeure ve Hardship Klozları uyarınca; savaş, iç savaş, ihracat yasakları, parasal ve ticari kısıtlamalar, ambargolar ve yaptırımlar veya ciddi kamu otoritesi müdahaleleri gibi olaylar bu kapsama girmektedir.
“Mücbir Sebep” durumunun varlığından söz edilebilmesi için birtakım koşulların bir arada bulunması gerekmekte olup bunlar; söz konusu engelin, engelden etkilenen tarafın makul kontrolü dışında olması ve bu engelin sözleşmenin kurulması esnasında makul olarak öngörülemeyecek nitelikte olmasıdır. Mücbir sebep olayını; engelden etkilenen tarafın, engelin etkilerinden makul olarak kaçınamayacağını veya bu etkilerin üstesinden gelemeyeceğini kanıtlaması halinde ve kanıtladığı ölçüde, bir tarafın sözleşmesel yükümlülüklerinden bir veya daha fazlasını yerine getirmesini önleyen durum olarak da tanımlamak mümkündür.
Öte yandan, hardship kavramı, sözleşmenin ifasının imkânsız hale gelmediği, ancak taraflardan biri için ekonomik ya da ticari anlamda aşırı bir yük haline geldiği durumları düzenlemektedir. Bu, özellikle uzun süreli uluslararası sözleşmelerde kur farkı, hammadde maliyeti, enerji arzı veya taşımacılık ücretlerinde meydana gelen ani değişikliklerin taraflardan birinin sözleşmeyi ifa ederken katlanmak zorunda kalacağı öngörülemeyen durumları kapsamaktadır. ICC’nin 2020 tarihli hardship düzenlemesi, böyle durumlarda taraflara sözleşmenin yeniden müzakere edilmesini talep etme hakkı tanımakla birlikte, sözleşmeyi mümkün olduğunca ayakta tutmaya çalışan favor contractus eğilimi ile taraflara farklı seçenekler sunmaktadır.
ICC düzenlemesi uyarınca; sözleşmenin taraflarından biri a) sözleşmesel yükümlülüklerin sürekli ifasının, sözleşmenin kurulması sırasında makul olarak öngörmesinin beklenemeyeceği ve makul kontrolünün dışındaki bir olay nedeniyle aşırı ölçüde zorlaştığını ve b) olay veya sonuçlarından makul olarak kaçınamayacağını veya bunların üstesinden gelemeyeceğini kanıtlayabilirse taraflar “hardship” maddesinin ileri sürülmesi üzerine makul süre içerisinde olayın sonuçlarının üstesinden gelinmesini sağlayacak alternatif koşullar üzerine müzakere etmekle yükümlü tutulmuştur.
Ticari sözleşmeleri, jeopolitik risklere ve kontrol dışı olaylara karşı dayanıklı hale getirilmesi bakımından önem taşıyan hukuki mekanizmalar bunlar ile de sınırlı kalmamakta; ticari sözleşmelerde özellikle hammadde fiyatlarında atış ve düşüş ilişkisini düzenleyen “bedel ayarlama klozları”, INCOTERMS, “hammadde tedarik şartları”, “yükümlülükleri askıya alma veya ilave süre talep etme klozları” kritik öneme sahip olmaktadır.
Sözleşmeye konulan bu hükümler, tarafların yalnızca yükümlülüklerden muafiyetini değil, aynı zamanda ticari ilişkinin sürdürülebilirliğini de temin etmektedir. Tahkim mercilerinin ve mahkemelerin de giderek bu klozlara daha fazla önem verdiği görülmektedir. Bu da, sözleşmelerde ticari öngörülerin yanı sıra hukuki incelemelerin de ne denli önem taşıdığını ortaya koymaktadır.
Sonuç itibariyle, güncel gelişmeler göstermektedir ki jeopolitik durum, ekonomik ve hukuki yapılar üzerinde geniş çaplı etkiler göstermektedir. Jeopolitik risklerin uluslararası ticarete etkisi, yalnızca tedarik zinciri yönetimini değil ticaret hukukunu da doğrudan şekillendirmektedir. Sözleşmelerin, öngörülemeyen risklere karşı daha dayanıklı hale getirilmesi, ticari ilişkilerin sürdürülebilirliği açısından kritik önem taşımaktadır. Her türlü sektörden faaliyet gösteren ihracatçı, yatırımcı ve hizmet sağlayıcıların, uluslararası sözleşme yapılarını bu yeni risk haritalarına uyumlu şekilde gözden geçirmesi kaçınılmazdır.
Av. Selin Ünverdi