Uluslararası yatırımlar, uluslararası ekonomik ilişkileri şekillendiren en önemli unsurlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak yabancı yatırımcılar, yatırım yapmakta oldukları devletlerdeki politik, ekonomik ve hukuki birtakım risklerle karşı karşıya kalmaktadır. Bu riskleri azaltmak amacıyla, sigorta destekli yatırım koruma rejimleri geliştirilmiştir. Özellikle politik risk sigortaları; kamulaştırma, savaş, iç karışıklıklar, para transferi kısıtlamaları ve sözleşme ihlalleri gibi risklere karşı koruma sağlamaktadır. Sigorta destekli yatırım koruma rejimlerinin, devletlerin egemenlik haklarının temel unsuru olan düzenleme yetkisi ile ne denli uyumlu olduğu noktasında ise hukuki olarak inceleme gerekliliği doğmaktadır.
Sigorta temelli yatırım koruma rejimlerinin temelleri, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri’nin 1948 yılında kurduğu Ekonomik İşbirliği İdaresi (Economic Cooperation Administration- ECA) ile atılmıştır. Bu yapı, 1971 yılında Denizaşırı Özel Yatırım Kurumu’na (Overseas Private Investment Corporation) dönüştürülmüş; 2019 yılında ise yerini, daha geniş yetkilere sahip Uluslararası Kalkınma Finansmanı Kurumu’na (U.S. International Development Finance Corporation) bırakmıştır. Küresel ölçekte ise, Dünya Bankası Grubu bünyesinde 1988 yılında kurulan Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı (Multilateral Investment Guarantee Agency- MIGA), gelişmekte olan ülkelere yönelik doğrudan yabancı yatırımları politik risklere karşı sigortalamaktadır
MIGA anlaşmasının temel amacı, doğrudan yabancı yatırımları teşvik etmek üzere, yatırımcıların ev sahibi ülkelerde karşılaştığı ekonomik olmayan, özellikle politik risklere karşı sigorta desteği sağlamaktır. Transfer kısıtlamaları, kamulaştırma veya mülkiyetin ihlali, iç savaş, askeri müdahale ve benzeri çatışma durumları bu sigorta kapsamına giren başlıca riskler arasındadır. Bu tür risklerin gerçekleşmesi halinde yatırımcının uğradığı zarar karşılanmakta olup bunun için belirli koşulların varlığı aranmaktadır. Yatırımcının, MIGA teminatından yararlanabilmesi için ev sahibi ülke vatandaşı olmaması, sözleşmeye taraf bir başka ülkenin vatandaşı olması, yatırımın ticari nitelikte ve yeni yapılmış olması ile en az üç yıl süreyle devam edecek şekilde planlanmış olması gerekmektedir
Bunların yanı sıra Almanya, Fransa ve Japonya gibi pek çok gelişmiş ülke, kendi ulusal ihracat kredi ajansları aracılığıyla benzer koruma mekanizmaları sunmaktadır.
Sigorta destekli yatırım koruma rejimleri ile devletin düzenleme yetkisi arasındaki gerilim çeşitli kaynaklardan doğmaktadır. Örnek vermek gerekirse bu kaynakları başlıca; yatırım tanımının geniş olması, dolaylı kamulaştırma kavramı, stabilizasyon klozları ve tahkim kararlarındaki tutarsızlıklar olarak sıralamak mümkündür. Yatırım kavramının geniş yorumlanması devletin düzenleme alanını daraltabilirken, düzenleyici önlemlerin ne zaman dolaylı kamulaştırma teşkil edeceğine dair belirsizlikler devletlerin düzenleme yetkisini kullanmakta tereddüt etmelerine yol açabilir. Yatırım sözleşmelerindeki stabilizasyon klozları da ev sahibi devletin düzenleme yetkisini sınırlandırabilmekte ve yatırım tahkimi kararlarındaki tutarsızlıklar hukuki belirsizliklere neden olabilmektedir.
Örnekler üzerinde inceleme yapmak gerekirse, Philip Morris 2010 yılında, Uruguay’ın tütün kontrol önlemlerine karşı ICSID’de dava açmıştır. Sigorta destekli yatırım anlaşmaları kapsamında açılan davada ICSID, kamu sağlığını koruma amacı taşıyan ve ayrımcı olmayan düzenlemeleri tanıyarak davayı reddetmiştir. Bu karar, devletlerin düzenleme yetkisinin tanınması açısından önemli bir adım olarak görülmektedir.
Vattenfall v. Almanya davasında ise, Almanya’nın nükleer enerji politikasındaki değişiklik nedeniyle yatırımcı tarafından açılan tahkim süreci, 1,4 milyar Euro’luk uzlaşma ile sonuçlanmıştır. Bu örnek ise iklim krizi gibi kamu yararına yönelik politikaların dahi yatırım uyuşmazlıklarına konu olabileceğini göstermektedir.
Tüm bu gelişmeler ışığında, devletin düzenleme yetkisini açıkça tanıyan yeni nesil yatırım anlaşmalarının önemi giderek artmaktadır. CETA, Fas-Nijerya ve Hindistan gibi örneklerde, kamu yararı için düzenleme yapma hakkı açıkça korunmakta; yatırımcılara ise insan hakları, çevre ve sosyal standartlara uyum yükümlülüğü getirilmektedir. Benzer şekilde, MIGA gibi sigorta sağlayıcı kurumlar da çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik kriterlerini sigorta kararlarına entegre etmeye başlamış; yatırım projelerinde ex-ante değerlendirmeler, izleme mekanizmaları ve şikâyet yolları geliştirilmiştir. UNCITRAL’in 2017’den bu yana yürüttüğü reform süreci ise, yatırımcı-devlet uyuşmazlıklarında şeffaflık, tutarlılık ve meşruiyet ekseninde önemli yapısal dönüşümleri gündeme getirmektedir.
İncelediğimiz üzere, sigorta destekli yatırım koruma rejimleri, uluslararası yatırım hukukunda hem fırsatlar hem de zorluklar sunmaktadır. Bu rejimler, yabancı yatırımcılar için politik risk yönetiminde önemli bir araç olarak hizmet ederken, ev sahibi devletlerin düzenleme yetkilerini kullanma kapasitelerini etkileyebilmektedir.
Araştırmalar göstermektedir ki, sigorta destekli koruma mekanizmalarının etkinliği, bu sistemlerin devletlerin meşru düzenleme haklarıyla nasıl dengelendiğine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Yatırım sigortası kuruluşlarının (MIGA, OPIC gibi) politikaları, son yıllarda kamu yararı odaklı düzenlemeleri daha fazla tanıma eğilimindedir. Ancak, bu gelişme henüz tam anlamıyla uluslararası yatırım anlaşmalarına ve tahkim kararlarına yansımamıştır. Hukuki perspektiften değerlendirme yapıldığında, optimal bir yatırım koruma rejiminin, yatırımcı haklarını korurken aynı zamanda devletlerin çevre, sağlık, güvenlik ve kamu refahı için düzenleme yapma yetkilerini de tanıması gerektiğini söylemek mümkündür.
Sigorta destekli yatırım koruma rejimlerinin devletlerin düzenleme yetkileriyle uyumlu hale getirilmesi için; kamu yararına yönelik düzenlemeler için açık istisnalar tanımlanması, ev sahibi devletlerin meşru düzenleme hakları için daha net sınırlar belirlenmesi gibi hususların gündeme getirilmesi faydalı olacaktır.
Sonuç olarak, sigorta destekli yatırım koruma rejimlerinin, devletlerin düzenleme yetkileri ile tam anlamıyla uyumlu olduklarını söylemek mümkün olmamakla birlikte, bu yönde olumlu gelişmeler gösterdikleri izlenmektedir. Hukuki çerçevenin gelişimi, dengeli ve sürdürülebilir bir uluslararası yatırım ortamının yaratılması için kritik önem taşımaktadır. Gelecekte yapılacak reformlar ve hukuki yorumlar, yatırımcı haklarıyla kamu yararı arasındaki dengeyi daha sağlam temellere oturtma potansiyeline sahiptir.













